Raw Food

Son Dönemin Modası: Raw Food

Herhangi bir şekilde 40 derecenin üzerinde ısıya maruz kalmamış besin maddelerini tüketme yöntemine ‘çiğ beslenme’ denir.

Çiğ beslenme anlayışına göre sebzeler 40Cº’nin üstünde piştiği zaman %50 ile %75 oranında enzim ve vitaminlerini yitirirler. Bu beslenme tarzı dünyada çoğunlukla vegan beslenmeyi temsil etmektedir. Raw food ile beslenme başta enzim olmak üzere vitamin, mineral ve protein açısından zengin bir beslenme biçimidir.

Dünya nüfusunun çok arttığı ve küresel ısınmanın bizi tehdit ettiği, acil çözümler almamız gereken bu yüzyılda sürdürülebilir tarım ve ekolojimiz için daha uygun bir sistem olduğu kabul edilir.

Vegan çiğ beslenmede vücudumuzun ihtiyacı olan protein, kuruyemiş, çimlendirilmiş tohumlar, baklagiller ve brokoli, ıspanak gibi koyu yeşil yapraklı sebzelerden sağlanır. Kalsiyum ise çiğ susam, badem, brokoli ve deniz yosunu gibi besin kaynaklarından sağlanır.

Raw food illaki salata gibi olmak zorunda değildir.

Çiğ beslenme, değişik teknikler, işlemler ve aletlerle çok lezzetli gurme bir yemek biçimi haline gelebilir. Smoothieler yapabilir, kuru yiyecekler hazırlayabilirsiniz!

Mesela besinlerin içindeki suyu çıkararak kurutma sistemi ile çalışan bir dehidratörle harikalar yaratabilirsiniz. (Dehidratör kurutucu bir fırın). Hem harikalar yaratırsınız, hem de bu hazırladığınız besinlerin saklama süresini arttırmanıza yardımcı olur.

Pişmiş yiyeceklerle karşılaştırınca kurutulmuş besinler vitaminlerini kaybetmezler.

Aynı dehidre edilmiş besinler gibi dondurulmuş besinler de vitamin ve minerallerini korur!

O yüzden çabuk bozulabilecek gıdaları dondurup sonrasında onlardan smoothies (içecek) ve dondurma hazırlayabiliriz.  Böylece hücrelerimizi doyuran, hem lezzetli hem de besin değeri yüksek ürünler elde etmiş oluruz.

Raw Food neden faydalıdır?

Beslenmemiz çoğulunkla organik, çiğ, lokal besinlerden oluştuğunda cildimiz, saçımız, bağrsaklarımız, karaciğerimiz, böbreklerimiz, hormonlarımız dengede kalır ve görevlerini daha sağlıklı yaparlar.

Raw food ile beslendiğimizde vücudumuz yediğimiz besinlerin vitamin, mineral ve enzimlerinin %70-90 oranından faydalanabilir. Yüksek minerallerden dolayı kandaki pH düzeyi dengede kalabildiği için vücut alkali hale gelir. Hatırlamamız gereken şey şu ki, vücut ne kadar alkali (az asidik) olursa o kadar az hastalanırız.

Her gün şehir hayatındaki çevresel kirliliğe maruz kalan vücudumuz, kendini dengeye sokmak için bir mücadele verir. Biz raw food ile beslenerek vücudumuzu toksinlerden arındırabiliriz.

Toksinlerden arınan vücutta hücre yenilenmesi hızlanır ve bağışıklık sistemimiz mikroplara karşı daha da güçlü hale gelir.

Raw food’un bir başka en önemli özelliklerinden biri de, yiyeceklerin içerdiği yüksek miktardaki su ve liften dolayı sindirim sitemi hızlanır ve bağırsaklarımız yoluyla toksinler vücudumuzdan dışarı atılır.

Gün içinde besin değeri yüksek yiyecekler olan filizlendirilmiş baklagiller, tohumlar, sebzeler ve çiğ kuruyemişlerle beslenirsek tokluk hissimiz artar. İşlenmiş gıdalar ve şeker tüketerek insülini tetiklemediğimiz için sürekli atıştırma isteği ortadan kalkar. Bu gıdaları yedikten sonra kafeinle ayılma ihtiyacını hissetmeyiz. Uyku ihtiyacımız azalır ve daha enerjik oluruz. Her şeyin temeli olan yaşam enerjimiz artar.

Raw Food’u araştıran birisinin söyleşisinde dinlediğime göre özellikle yüksek tansiyon, kolesterol, insülin direnci, hipoglisemi ve tip iki şeker hastalarının kan değerlerinin raw food tükettikten sonra iki-üç hafta içinde düzeldiğini gördük. Söyleşide bu hastalıkların aslında hastlalık değil, bir yanlış yaşam ve beslenme sorunu olduğu vurgulanmakta.

Bence denemeye değer… Sizce?